Açık Radyo'da Tiyatro: Ders

-
Aa
+
a
a
a

DERS

Yazan: Eugène Ionesco

Çeviren: Hasan Anamur

Uyarlayan ve Yöneten: Yaman Ömer Erzurumlu

Müzik: Hugues Le Bars

Efekt tasarım ve ses kayıt: Deniz Koloğlu

Oynayanlar:

Hizmetçi: Aslı Can Kortan

Öğrenci: Gülhan Kadim

Öğretmen: Yiğit Sertdemir

Efekt: kapı zili sesi

HİZMETÇİ KADIN: Duydum. Geliyorum.

Efekt: basamakları koşarak inen birinin ayak sesleri

HİZMETÇİ K.: Efekt: hızlı adım sesleri Patlamayın. Geliyorum. Efekt: anahtar ve kapı kilidi ve kapı açma sesi. İçeri dolan sokak sesi...  Günaydın,küçükhanım.

ÖĞRENCİ: Günaydın, bayan. Öğretmen evde mi acaba?

HİZMETÇİ K.: Ders için mi geldiniz?

ÖĞRENCİ: Evet, bayan.

HİZMETÇİ K.: Sizi bekliyor. Siz biraz oturun, gidip haber vereyim.

ÖĞRENCİ: Teşekkür ederim, bayan. Efekt: adım sesleri..

Efekt: kapı kapama ve kilit sesi. Sokak sesi kesilir.

HİZMETÇİ K.: Efekt: adım sesleri Beyefendi, aşağıya inin. Öğrenciniz geldi.

ÖĞRETMEN: Teşekkür ederim. Geliyorum... bir iki dakikaya kadar...

 

MÜZİK...

Efekt: kapı açma, adım ve kapı kapama sesleri

ÖĞRETMEN: Günaydın, küçükhanım... Şey, sizsiniz değil mi, galiba, yeni öğrenci?

ÖĞRENCİ: Evet, beyefendi. Günaydın, beyefendi. Gördüğünüz gibi tam vaktinde geldim.

ÖĞRETMEN: Evi kolay bulabildiniz mi acaba?

ÖĞRENCİ: Çok kolay... Çok kolay oldu... Sordum. Burada sizi herkes tanıyor.

ÖĞRETMEN: Otuz yıldan beri bu kentte oturuyorum. Siz buraya yeni taşınmış olacaksınız! Nasıl buluyorsunuz kentimizi?

ÖĞRENCİ: Hoşuma gidiyor. Güzel, sevimli bir kent, güzel bir parkı var, yatılı bir okulu, bir papazı, güzel mağazaları, sokakları, caddeleri var...

ÖĞRETMEN : Öyle, küçükhanım. Ama ben başka yerde yaşamayı yeğlerdim. Paris'te, ya da hiç değilse Bordeaux'da.

ÖĞRENCİ: Bordeaux'yu sever misiniz?

ÖĞRETMEN: Bilmiyorum. Hiç gitmedim.

ÖĞRENCİ: Paris'e gitmişsinizdir o halde?

ÖĞRETMEN: Oraya da hiç gitmedim küçükhanım. ..Peki siz hangi düzeyde...

ÖĞRENCİ: Açılacak ilk doktora sınavına girmek istiyorum, en kısa zamanda.

ÖĞRETMEN : Eğer bu soruyu size yöneltmeme izin verirseniz, lise olgunluk diplomanız var demek.

ÖĞRENCİ: Evet, efendim, hem fen hem de edebiyat dallarında olgunluk diplomalarım var.

ÖĞRETMEN: O, öyleyse çok ileri düzeydesiniz, yaşınıza göre fazla bile ilerdesiniz. Peki hangi alanda doktora yapmak istiyorsunuz?

ÖĞRENCİ: Ailem bütün alanlarda doktora yapmamı istiyor.

ÖĞRETMEN: Bütün alanlarda doktora mı?... Çok cesursunuz, küçükhanım, sizi yürekten kutlarım. Şimdiden oldukça bilgilisiniz zaten.

ÖĞRENCİ: Aman efendim.

ÖĞRETMEN: O zaman, izninize sığınarak, çok özür dilerim, size çalışmaya başlamak gerektiğini söylemek durumundayım.

ÖĞRENCİ: Tabii, efendim, sizin her dediğinizi yapmaya hazırım, efendim.

ÖĞRETMEN: Her dediğimi yapmaya hazır mısınız?... Aman, küçükhanım, asıl ben sizin her dediğinizi yapmaya hazırım. Sizin kölenizim ben.

ÖĞRENCİ: Aman, efendim...

ÖĞRETMEN: Şey, isterseniz... yani... biz... biz... ben... sizin geçmişteki ve şimdiki bilgilerinizi kısaca sınamakla başlayacağım işe, gelecekte izlememiz gerekecek yolu bulmak amacıyla...

EFEKT: Kapı açma ve adım sesleri.

HİZMETÇİ K.: affedersiniz... siz devam edin..

EFEKT: tabak çanak arama sesleri...

ÖĞRETMEN: Pekâlâ, küçükhanım, işe aritmetikle başlamaya ne dersiniz, tabii isterseniz...

ÖĞRENCİ: Tabii, efendim. Benim istediğim de buzaten.

ÖĞRETMEN: Aritmetik oldukça yeni bir bilim dalıdır, modern bir bilimdir; aslını isterseniz, bir bilimden çok bir yöntemdir... Aynı zamanda da bir tedavi yoludur. Marie! Bitmedi mi daha işiniz?

HİZMETÇİ K.: Bitti, efendim, tabağı buldum. Gidiyorum....

ÖĞRETMEN: Çabuk olun. Mutfağınıza dönün lütfen.

HİZMETÇİ K.: Peki, efendim. Gidiyorum. Özür dilerim ama, beyefendi, kendinize dikkat edin, heyecana kapılmayın lütfen.

ÖĞRETMEN: Gülünç şeyler söylemeyin, Marie. Kaygılanmayın.

HİZMETÇİ K.: Bu lafları çok duydum.

ÖĞRETMEN: Böyle gizli kapaklı sözlerinizden hiç hoşlanmıyorum. Nasıl davranacağımı çok iyi biliyorum.

HİZMETÇİ K.: Ben de biliyorum, beyefendi. Onun için aritmetikle başlamasanız daha iyi olur, diyorum. Aritmetik insanı yorar, sinirlendirir.

ÖĞRETMEN: Benim yaşımda bir şey yapmaz. Ayrıca siz ne karışıyorsunuz?

HİZMETÇİ K.: Pekâlâ, beyefendi. Sonra uyarmadı demeyin.

ÖĞRETMEN: Marie, öğütlerinize ihtiyacım yok.

HİZMETÇİ K.: Nasıl isterseniz. EFEKT: Elindeki tabakların sesi.

Adım ve kapı kapama sesi

 

MÜZİK.....

 

ÖĞRETMEN: Ara vermek zorunda kaldığımız için özür dilerim, küçükhanım. Acaba bana şunu söylemek ister miydiniz...

ÖĞRENCİ: Tabii, efendim, sorun.

ÖĞRETMEN: Bir artı bir kaç eder?

ÖĞRENCİ: Bir artı bir iki eder.

ÖĞRETMEN: Aman ne kadar iyi. Bu alanda çok ilerlemiş görünüyorsunuz. Tüm alanlarda doktoranızı kolayca yapacaksınız, küçükhanım.

ÖĞRENCİ: Çok sevindim. Özellikle de bunu söyleyen siz olunca.

ÖĞRETMEN: Biraz daha ilerleyelim: iki artı bir kaç eder?

ÖĞRENCİ     : Üç.

ÖĞRETMEN: Üç artı bir?

ÖĞRENCİ: Dört.

ÖĞRETMEN: Dört artı bir?

ÖĞRENCİ: Beş.

ÖĞRETMEN: Dört artı bir?

ÖĞRENCİ:Beş dü,

ÖĞRETMEN: Çok doğru bir yanıt. Dört artı bir?

ÖĞRENCİ: Beş se.

ÖĞRETMEN: Mükemmel. Olağanüstü. Dört artı bir?

ÖĞRENCİ: Beş cihar. Kimi kez de altı.

ÖĞRETMEN: Harikulade. Harikuladesiniz. Çok tatlısınız. Sizi hararetle kutlarım, küçükhanım. Toplamada üzerinize yok. Şimdi de çıkarmaya bakalım. Eğer çok yorulmamışsanız, bana, şunu söyleyin yalnızca: Dört eksi üç kaç eder?

ÖĞRENCİ: Dört eksi üç mü?... Dört eksi üç?

ÖĞRETMEN: Evet. Yani şunu demek istiyorum: Üçü dörtten çıkarın.

ÖĞRENCİ: Bu eder... yedi?

ÖĞRETMEN: Kusura bakmayın ama dört eksi üç yedi etmez. Karıştırıyorsunuz: Dört artı üç yedi eder, dört eksi üç yedi etmez...Toplama yapmayacaksınız, şimdiçıkarma yapacaksınız.

ÖĞRENCİ: Evet... evet...

ÖĞRETMEN: Evet. Dört eksi üç eder... Kaç?... Kaç?...

ÖĞRENCİ: Dört mü?

ÖĞRETMEN: Hayır, küçükhanım, değil.

ÖĞRENCİ: Öyleyse, üç.

ÖĞRETMEN: Özür dilerim, ama söylemek durumundayım... O da etmez, küçükhanım...

ÖĞRENCİ: Dört eksi üç... Dört eksi üç... Dört eksi üçmü?... On da etmez herhalde, değil mi?

ÖĞRETMEN: Tabii ki etmez, küçükhanım. Ama tahmin etmek değil, akıl yoluyla bulmak gerek. Birlikte bulmaya çalışalım. Sayar mısınız, lütfen?

ÖĞRENCİ: Tabii, efendim. Bir..., iki..., şey...

ÖĞRETMEN: Saymayı biliyorsunuz, değil mi? Kaça kadar saymayı biliyorsunuz?

ÖĞRENCİ: Kaça kadar... sonsuza kadar.

ÖĞRETMEN: Böyle bir şey mümkün değil, küçükhanım.

ÖĞRENCİ: Öyleyse, on altıya kadar, diyelim.

ÖĞRETMEN: O da iyi. O da yeter. İnsanın kendini sınırlandırması gerekir. Rica etsem, saymaya başlasanız, lütfen.

ÖĞRENCİ: Bir..., iki..., ikiden sonra üç..., dört...

ÖĞRETMEN: Tamam, durun, küçükhanım. Elimizde dört sayısı ile üç sayısı var, her biri de her zaman eşit birimlerden oluşuyor; şimdi, bunlardan hangisi en büyük olacak, küçük sayı mı yoksa büyük sayı mı?

ÖĞRENCİ: Özür dilerim, efendim... En büyük demekle ne demek istiyorsunuz? Ötekilerden daha büyük olanı mı?

ÖĞRETMEN: Tastamam, küçükhanım, mükemmel. Beni çok iyi anladınız,

ÖĞRENCİ: Öyleyse, dört.

ÖĞRETMEN: Nedir, dört? Üçten daha mı büyük yoksa daha mı küçük?

ÖĞRENCİ: Daha küçük... yok, daha büyük.

ÖĞRETMEN: Harika bir yanıt. Üçten dörde kadar kaç birim vardır... ya da, dörtten üçe kadar, eğer böyle sorulmasını yeğliyorsanız?

ÖĞRENCİ: Üç ile dört arasında birim yoktur, efendim. Dört üçten hemen sonra gelir; üç ile dört arasında hiçbir şey yoktur!

ÖĞRETMEN: Derdimi yanlış anlattım. Benim kusurum, kuşkusuz. Çok açık anlatamadım.

ÖĞRENCİ: Hayır, efendim, kusur benim.

 

MÜZİK....

 

ÖĞRETMEN: Daha basit örnekler alalım. İki burnunuz olsaydı, ben de birini koparsaydım... kaç burnunuz kalırdı?

ÖĞRENCİ: Hiç.

ÖĞRETMEN: Nasıl hiç?

ÖĞRENCİ: Hiçbirini kopartmadığınıza göre, şimdi de bir burnum olduğuna göre hiçbir şey kalmazdı. Kopartmış olsaydınız, şimdi burnum olmazdı.

ÖĞRETMEN: Örneğimi anlamadınız. Bir tek kulağınızın olduğunu varsayın.

ÖĞRENCİ: Peki, ne olacak?

ÖĞRETMEN: Bir tane de ben eklersem, kaç kulağınız olur?

ÖĞRENCİ: İki.

ÖĞRETMEN: İyi. Bir tane daha ekliyorum. Kaç kulağınız oluyor?

ÖĞRENCİ: Üç kulak.

ÖĞRETMEN: Bir tanesini alıyorum... Kaç tane kalıyor... Kaç kulak kalıyor?

ÖĞRENCİ: İki.

ÖĞRETMEN: İyi. Bir tanesini daha alıyorum, kaç tane kalıyor?

ÖĞRENCİ: İki.

ÖĞRETMEN: Yok. İki kulağınız var, birini alıyorum, birini yiyorum, kaç tane kalıyor?

ÖĞRENCİ: İki.

ÖĞRETMEN: Birini yiyince...bir.

ÖĞRENCİ: İki.

ÖĞRETMEN: Bir.

ÖĞRENCİ: İki.

ÖĞRETMEN: Bir!

ÖĞRENCİ: İki!

ÖĞRETMEN:Bir!!!

ÖĞRENCİ: İki!!!

ÖĞRETMEN:Bir!!!

ÖĞRENCİ: İki!!!

ÖĞRETMEN:Bir!!!

ÖĞRENCİ: İki!!!

ÖĞRETMEN: Hayır. Hayır. Öyle değil. Örnek pek... pek inandırıcı değildi. Bakın, dinleyim.

ÖĞRENCİ: Peki, efendim.

ÖĞRETMEN: Sizin... sizin... sizin... şeyiniz var...

ÖĞRENCİ: On parmağım!...

ÖĞRETMEN: Pekâlâ. Mükemmel. İyi. Evet on parmağınız var.

ÖĞRENCİ: Evet, efendim.

ÖĞRETMEN: Beş parmağınız olsaydı, kaç parmağınız olurdu?

ÖĞRENCİ: On, efendim.

ÖĞRETMEN: Hayır, öyle değil!

ÖĞRENCİ: Öyle, efendim.

ÖĞRETMEN: Size öyle değil diyorum!

ÖĞRENCİ: Ama demin on parmağım olduğunu söylediniz...

ÖĞRETMEN: Ama hemen sonra da beş parmağınız olduğunu söyledim!

ÖĞRENCİ: Benim beş parmağım yok, on parmağımvar!

ÖĞRETMEN: Bakın, küçükhanım, bu temel öğeleri derinliğine kavramadan nasıl akıldan hesaplar yapabilirsiniz, sıradan bir mühendisin bile kolayca yaptığı hesapları nasıl yapabilirsiniz, örneğin, üç milyar yedi yüz elli beş milyon dokuz yüz doksan sekiz bin iki yüz elli bir ile beş milyar yüz altmış iki milyon üç yüz üç binbeşyüz sekizi akıldan nasıl çarpabilirsiniz?

ÖĞRENCİ: On dokuz kentilyon üçyüz doksan katrilyon iki trilyon sekiz yüz kırk dört milyar iki yüz on dokuz milyon yüz altmış dört bin beş yüz sekiz...

ÖĞRETMEN: Yok. Sanmam. Sonuç şöyle olmalı: On dokuz kentilyon üç yüz doksan katrilyon iki trilyon sekiz yüz kırk dört milyar iki yüz on dokuz milyon yüz altmış dört bin beş yüz dokuz...

ÖĞRENCİ: Hayır... beş yüz sekiz...

ÖĞRETMEN: Evet... Haklısınız... sonuç gerçekten de... kentilyon, katrilyon, trilyon, milyar, milyon... yüz altmış dört bin beş yüz sekiz... Ama aritmetik düşüncenin ilkelerini bilmeden bunu nasıl bilebildiniz?

ÖĞRENCİ: Çok basit. Hesap yeteneğime güvenemediğim için olabilecek bütün çarpımların olabilecek tüm sonuçlarını ezberledim.

ÖĞRETMEN: Olacak şey değil... Bellek matematiğin can düşmanıdır. Başka alanlarda harika iş görse de, aritmetik dendi mi bellek zararlıdır!... Yani memnun değilim... olmuyor, hiç olmuyor...

ÖĞRENCİ: Olmuyor, efendim.

ÖĞRETMEN: Bunu şimdilik bırakalım. Başka bir alıştırmaya geçelim.

ÖĞRENCİ: Olur, efendim.

HİZMETÇİ K.: Efekt: kapı açma ve adım sesleri  Öhö, öhö, beyefendi...

ÖĞRETMEN: Çok yazık, küçükhanım, özel matematik alanında çok gerisiniz...

HİZMETÇİ K.: Beyefendi! Beyefendi!

ÖĞRETMEN: Bütün alanlardaki doktora sınavına girebileceğinizi hiç sanmıyorum...

ÖĞRENCİ: Evet, efendim, yazık ki öyle!

ÖĞRETMEN: Siz ne arıyorsunuz burada Marie? Haydi mutfağa! Bulaşığınızın başına! Haydi bakalım! Haydi! Şimdi, sizi sınırlı doktoradan geçirmeyi deneyebiliriz belki...

HİZMETÇİ K.: Beyefendi!... Beyefendi!...

ÖĞRETMEN: Marie! ...  Sınırlı doktoraya girmeyi gerçekten istiyorsanız...

ÖĞRENCİ: İstiyorum, efendim.

ÖĞRETMEN: ...size dilbilim ve karşılaştırmalı betikbilim ilkelerini öğretmem gerekecek...

HİZMETÇİ K.: Hayır, beyefendi, yapmayın!... N'olursunuz!.

ÖĞRETMEN: Marie, fazla ileri gidiyorsunuz!

HİZMETÇİ K.: Beyefendi, n'olur betikbilim yapmayın, betikbilimin sonu kötüye varır...

ÖĞRENCİ: Kötüye mi varır? Bir bu eksikti!

ÖĞRETMEN: Bu kadarı da fazla artık! Çıkın dışarı!

HİZMETÇİ K.: Pekâlâ, beyefendi, pekâlâ. Ama sonra söylemedi demeyin! Betikbilimin sonu kötüye varır!

ÖĞRETMEN: Ben yetişkin biriyim, Marie!

ÖĞRENCİ: Öylesiniz efendim.

HİZMETÇİ K.: Siz bilirsiniz! Efekt: adım ve kapı kapama sesi

ÖĞRETMEN: Biz devam edelim, küçükhanım.

ÖĞRENCİ: Olur, efendim.

 

MÜZİK...

 

ÖĞRETMEN: Şimdi sizden, bu önceden hazırlanmışolan dersi çok büyük bir dikkatle dinlemenizi isteyeceğim.

ÖĞRENCİ: Peki, efendim.

ÖĞRETMEN: Bu ders sayesinde, yeni-İspanyol dillerin dilbilimsel ve karşılaştırmalı betikbilimsel ilkelerini on beş dakikada öğrenebilirsiniz.

ÖĞRENCİ: Öğreneyim, efendim, ne güzel!

ÖĞRETMEN: Susun! Bu da ne demek oluyor?

ÖĞRENCİ: Özür dilerim, efendim.

ÖĞRETMEN: Susun!. Evet, küçükhanım, İspanyolca bütün yeni-İspanyol dillerin doğduklarıanadildir. Bu diller arasında İspanyolca, Latince, İtalyanca, Fransızca, Portekizce, Romence, Sardca ya da Sardanapalca, İspanyolca veyeni-İspanyolca, bunların yanı sıra bir de, aslında Yunancaya daha yakın olmasına karşın Türkçe de vardır. Türkçenin Yunancaya daha yakın olması son derece mantıklıdır çünkü Türkiye Yunanistan'ın komşusudur, Yunanistan da Türkiye'ye sizin ve benim birbirimize olduğumuzdan daha yakındır. Söyleyeceklerimi not edebilirsiniz, küçükhanım...

Efekt: kağıt sesi

ÖĞRENCİ: Peki, efendim!

ÖĞRETMEN: Dil denen şey, küçükhanım, bunu iyi belleyin ve ölünceye kadar da sakın unutmayın...

ÖĞRENCİ: Olur, siz ne derseniz, efendim, ölünceyekadar... Evet, efendim...

ÖĞRETMEN: ...bu söyleyeceğim temel bir ilkedir. Dili oluşturan seslere...

ÖĞRENCİ: Sesbirim denir...

ÖĞRETMEN: Sözü ağzımdan aldınız. Bilginizi göstermeye kalkışmayın. Ses çıkartmadan dinleyin.

ÖĞRENCİ: Peki, efendim. Olur, efendim.

ÖĞRETMEN : Sesleri, küçükhanım, havadayken kanatlarından yakalamak gerekir, sağırların kulaklarına düşmesinler diye. Bu nedenle, bir şey söyleyeceğiniz zaman, boynunuzu ve çenenizi kaldırabildiğiniz kadar kaldırmalı, ayak parmaklarınızın üstünde iyice yükselmelisiniz, bakın, işte böyle...

ÖĞRENCİ: Peki, efendim.

ÖĞRETMEN: Susun. Sözümü kesmeyin... Bir de sesleri çok yüksek biçimde, ciğerlerinizin ve ses tellerinizin tüm gücüyle çıkarmalısınız. Şöyle: Bakın: 'Kelebek', 'Evreka', 'Trafalgar', 'babişko'. Böyle yapınca, çevredeki havadan daha hafif bir sıcak havayla dolan sesler, sağırların birer ses mezarlığı olan kulaklarına düşme tehlikesi olmadan uçuşurlar, uçuşurlar. Yalnızca, bir anlamı olan sözcükler düşerler, anlamlarının ağırlığına dayanamayıp, paldır küldür ve girerler...

ÖĞRENCİ: ...sağırların kulaklarına.

ÖĞRETMEN: Öyle, ama sözümü kesmeyin... bu da büyük bir kargaşa içinde olur... Ya da birer balon gibi patlarlar. Böylece, küçükhanım... Neyiniz var?

ÖĞRENCİ: Dudaklarım yanıyor, efendim.

ÖĞRETMEN: Ziyanı yok. Böyle önemsiz bir şey için kesecek değiliz. Devam edelim...

ÖĞRENCİ: Evet efendim...

ÖĞRETMEN: Devam edelim, devam edelim.

ÖĞRENCİ: Evet. Dudaklarım yanıyor.

ÖĞRETMEN: Devam edelim. İlk önce, şu bilinmelidir ki, bütün dillerin bütün sözcükler birbirlerinin eşidir...

ÖĞRENCİ: Demek öyle?... Dudaklarım yanıyor.

ÖĞRETMEN: Devam edelim. Bu durumu açıklamakiçin örnek olarak Türkçe "tak" sözcüğünü alalım..

ÖĞRENCİ: Neyle alayım?

ÖĞRETMEN: Neyle alırsanız alın ama alın "tak" sözcüğünü, sözümü de kesmeyin.

ÖĞRENCİ: Dudaklarım yanıyor.

ÖĞRETMEN: Devam edelim... 'Devam edelim', dedim. Türkçe "tak" sözcüğünü alın. Aldınız mı?

ÖĞRENCİ: Evet, evet, aldım. Dudaklarım, dudaklarım...

ÖĞRETMEN: "Tak" sözcüğü "takıntı" sözcüğünün köküdür. "Kaltak" sözcüğünde de köktür. "ıntı" sonektir, "kal"sa önek. Bunlar böyle adlandırılmışlardır çünkü hiç değişmezler. Değişmek istemezler. Aslında İspanyol kökenlidirler. Evet, küçükhanım, hiçbir şey de onları değiştirmeyi başaramaz.

ÖĞRENCİ:Her zaman aynı anlama mı gelir bu sözcükler bütün dillerde? Dudaklarım yanıyor.

ÖĞRETMEN: Her zaman. Nasıl başka türlü olabilir ki? Her zaman ve her yerde. Dudaklarınızı da unutun.

ÖĞRENCİ: Dudaklarım yanıyor. Evet, evet, yanıyor.

MÜZİK...

 

ÖĞRETMEN: Güzel. Devam edelim. Size devam edelim diyorum... Örneğin, Türkçe nasıl söylersiniz şunu: Ninemin gülleri sapsarıdır Asya kökenli dedem gibi?

ÖĞRENCİ: Dudaklarım yanıyor, yanıyor, yanıyordudaklarım.

ÖĞRETMEN: Devam edelim, devam edelim, söyleyin bakayım!

ÖĞRENCİ: Türkçe mi?

ÖĞRETMEN: Türkçe.

ÖĞRENCİ: Şey... mi diyeyim yani Türkçe: Ninemin gülleri sapsarıdır...

ÖĞRETMEN: Asya kökenli dedem gibi...

ÖĞRENCİ: Tamam, Türkçe şöyle söylenir sanırım: Ninemin... şeyleri... şey- güller nasıl denir, Türkçe?

ÖĞRETMEN: Türkçe mi? Güller.

ÖĞRENCİ: Ninemin gülleri.... şeydir... sapsarı için Türkçede de 'sapsarı' mı denir?

ÖĞRETMEN: Evet, tabii!

ÖĞRENCİ: Sapsarıdır Asya kökenli dedemin sarılığı gibi.

ÖĞRETMEN: Hayır... dedem...

ÖĞRENCİ: ...gibi... Dudaklarım yanıyor.

ÖĞRETMEN: Oldu.

ÖĞRENCİ: Dudaklarım...

ÖĞRETMEN: Yanıyor... ne yapalım... devam edelim. Şimdi bunu şeye çevirin... Romenceye.

ÖĞRENCİ: Şey... Güller nasıl denir Romence?

ÖĞRETMEN: 'Güller' denir tabii.

ÖĞRENCİ: 'Güller' denmez mi yani?  Özür dilerim, efendim, ama... Ay, dudaklarım ne kadar çok yanıyor... Aradaki farkı kavrayamıyorum.

ÖĞRETMEN: Bunları birbirlerinden ayıran şey... Dinliyor musunuz beni?

ÖĞRENCİ: Dudaklarım yanıyor.

ÖĞRETMEN: Dinliyor musunuz, küçükhanım? Kızdıracaksınız ama beni.

ÖĞRENCİ: Canımı sıkıyorsunuz ama artık! Dudaklarım yanıyor.

ÖĞRETMEN: Hay köpek canını okusun! Dinleyin beni!

ÖĞRENCİ: Ne yapalım... peki... peki... tamam..,

ÖĞRETMEN: Bu dilleri birbirlerinden ve anaları olan dişi İspanyolcadan ayıran şey... şeydir...

ÖĞRENCİ: Nedir?

ÖĞRETMEN: Sözle anlatılmaz bir şeydir. Çok uzun ve çok yorucu çalışmalardan, çok uzun bir deneyimden sonra hissedilmeye başlanan söze dökülmez bir şey...

ÖĞRENCİ: Ya?

ÖĞRETMEN: Evet, küçükhanım. Bunu belirleyen hiçbir kural yoktur. İnsan bunu ya hisseder ya da hissetmez.

ÖĞRENCİ: Dudak yanması.

ÖĞRETMEN: Bu arada, sözcüklerin, bir dilden bir başka dile geçerken değiştikleri birkaç özel durum da yok değildir...

ÖĞRENCİ: Of, aman, dudaklarım...

ÖĞRETMEN: Susun! Yoksa kafanızı kırarım!

ÖĞRENCİ: Hele bir deneyin bakalım! Erkeklik budalası. Efekt: boğuşma sesleri... Ay! Bırakın boğazımı.

ÖĞRETMEN: Rahat durun bakayım! Tek laf istemiyorum! Efekt: boğuşma sesleri kesilir.

ÖĞRENCİ: Dudak yanması...

ÖĞRETMEN: En şey olan şey... nasıl söyleyeyim?... anlıyor musunuz? Ne dedim ben şimdi?

ÖĞRENCİ: ...anlıyor musunuz? Ne dedim benşimdi!

ÖĞRETMEN: Küstahlaşma, şekerim, yoksa canına okurum... Ben burada böyle kendimi paralarken siz orada havada uçuşan sinekleri seyredeceğinize... biraz dikkatinizi vermeye çalışsanız fena olmaz... sınırlı doktora sınavına girecek olan ben değilim... ben girdim ve hallettim onu, uzun zaman önce... tüm alanlardaki doktoramı da verdim... tüm alanların üzerindeki diplomamı da aldım... Sizin iyiliğinizi istediğimi anlamıyor musunuz?

ÖĞRENCİ: Dudak yanması!

ÖĞRETMEN: Başımın belası... Ama bu böyle yürümez, böyle yürümez, böyle yürümez, böyle yürümez...

ÖĞRENCİ: Sizi... dinli...yorum...

ÖĞRETMEN: Ha şöyle! Şimdi size bıçak sözcüğünün bütün dillerdeki karşılıklarını öğretmeye çalışacağım.

ÖĞRENCİ: Nasıl isterseniz... Nasıl olsa...

 

MÜZİK...

 

ÖĞRETMEN: Marie! Marie! Gelmiyor bak... Marie! Marie!... Neredesin, Marie! Marie!... Marie! Bu da ne demek oluyor? Niye gelmiyorsunuz ki! Efekt: kapı açma ve adım sesleri Sizi çağırınca gelmeniz gerekir! Burada emir veren benim, duyuyor musunuz.

HİZMETÇİ K.: Duyuyorum efendim.

ÖĞRETMEN: Hiçbir şey anlamıyor bu. Anlamıyor.

HİZMETÇİ K.: Bu kadar sinirlenmeyin, efendim, yoksa sonu kötü olur! Sonra çok ileri gidersiniz, çok ileri gidersiniz.

ÖĞRETMEN: Vaktinde durmasını bilirim ben.

HİZMETÇİ K.: Hep öyle denir.

ÖĞRENCİ: Dudaklarım yanıyor.

HİZMETÇİ K.: Görüyorsunuz, başlıyor işte, bu belirtisi.

ÖĞRETMEN: Ne belirtisi. Daha açık söyleyin. Ne demek istiyorsunuz?

ÖĞRENCİ: Evet, ne demek istiyorsunuz? Dudaklarım yanıyor.

HİZMETÇİ K.: Son belirti! Büyük belirti!

ÖĞRETMEN: Saçma! Saçma! Efekt: adım sesleri  Durun öyle gidemezsiniz! İspanyol, yeni-İspanyol, Portekiz, Fransız, Doğu, Romen, Sardanapal, Latin ve Türk bıçaklarını getirmeniz için çağırdım sizi.

HİZMETÇİ K.: Ben yokum o işte. Efekt: Kapı kapama sesi

ÖĞRETMEN: Tamam! Efekt: adım sesleri, açılıp kapnan çatal-bıçak çekmecesi sesi Tamam! Tamam! İşteee! İşte onlardan biri. Küçükhanım, işte bir bıçak. Efekt: adım sesleri Bir tek bunun olması kötü; ama bunu bütün diller için kullanmaya çalışacağız! Bu nesneye çok yakından, gözlerinizi hiç ayırmadan bakmanız ve onun söylediğiniz dilde olduğunu düşlemeniz yetecek.

ÖĞRENCİ: Dudaklarım yanıyor.

ÖĞRETMEN: Haydi: bı deyin bı der gibi; çak deyin, çak der gibi... Buna bakın, bakın, gözlerinizi ayırmadan...

ÖĞRENCİ: Nece bu? Türkçe mi, İtalyanca mı, İspanyolca mı?

ÖĞRETMEN: Artık önemi yok... Sizi ilgilendirmez artık. Söyleyin: bı.

ÖĞRENCİ: Bı.

ÖĞRETMEN: ...çak... Bakın.

ÖĞRENCİ: çak...

ÖĞRETMEN: Yine... Bakın.

ÖĞRENCİ: Yok, hayır! Kahretsin! Yetti artık! Hem benim dudaklarım yanıyor, ayaklarım yanıyor, başım yanıyor...

ÖĞRETMEN: Bıçak... Bakın... bıçak... Bakın... bıçak... Bakın...

ÖĞRENCİ: Hayır! Kulaklarım yanıyor, her yerim yanıyor...

ÖĞRETMEN: Koparırım senin o kulaklarını, o zaman bir şeyin kalmaz, şekerim!

ÖĞRENCİ: Madem o kadar istiyorsunuz... bı... bıçak...

ÖĞRETMEN: Yineleyin, yineleyin: MÜZİK başlar....bıçak... bıçak... bıçak...

ÖĞRENCİ: Yanıyor... boğazım, bı... ay... omuzlarım... memelerim... bıçak...

ÖĞRETMEN: Bıçak... bıçak... bıçak...

ÖĞRENCİ: Kalçalarım... bıçak... kasıklarım... bı...

ÖĞRETMEN: İyi söyleyin... bıçak... bıçak...

ÖĞRENCİ: Bıçak... boğazım...

ÖĞRETMEN: Bıçak... bıçak...

ÖĞRENCİ: Bıçak... omuzlarım... kollarım, memelerim, kalçalarım... bıçak... bıçak...

ÖĞRETMEN: Tamam... Güzel söylüyorsunuz, artık.

ÖĞRENCİ: Bıçak... memelerim... karnım...

ÖĞRETMEN: Dikkat bıçak öldürür...

ÖĞRENCİ: Evet, evet... bıçak öldürür mü?

ÖĞRETMEN: Aaah! Al bakalım!

ÖĞRENCİ: Aaaaah!...

 

Müzik biter.

ÖĞRETMEN : Şıllık... İyi oldu... Rahatladım... Efekt: yere düşen bıçak sesi Çok yoruldum... zor nefes alıyorum... Aaah! Ne yaptım ben şimdi! Of! Of! Of! Felaket! Ne işler açtım başıma! Ne olacak şimdi! Küçükhanım, ayağa kalkın! Haydi, küçükhanım, ders bitti... Gidebilirsiniz... Başka zaman ödersiniz parasını... Ö-ölmüş... Eyvaaah! Korkunç. Marie! Marie! Marie'ciğim, gelsenize! Vay! Vay! Vay! Vay! Efekt: kapı açma sesi ve adımlar  Yok... gelmeyin... Çıkın, çıkın. Yanılmışım... Size ihtiyacım yok... Artık size ihtiyacım yok... duyuyor musunuz beni?...

HİZMETÇİ K.: Öğrencinizden memnun kaldınız mı bari, dersinizden iyi yararlandı mı?

ÖĞRETMEN: Evet, ders bitti... ama... o... hâlâ burada- gitmek istemiyor...

HİZMETÇİ K.: Öyle görünüyor!...

ÖĞRETMEN: Ben yapmadım... Ben yapmadım... Marie... Hayır... ben yapmadım, güzel Marie'ciğim...

HİZMETÇİ K.: Bugün, kırkıncı kez oluyor bu! Her gün de aynı şey oluyor! Her gün! Utanmıyor musunuz, bu yaşta... Sonunda hiç öğrenciniz kalmayacak. İyi de olacak.

ÖĞRETMEN: Benim suçum değil! Öğrenmek istemiyordu! Laf dinlemiyordu. Kötü bir öğrenciydi! Öğrenmek istemiyordu!

HİZMETÇİ K.: Yalancı!...Demin sizi bir kez daha uyarmıştım: Aritmetiğin sonu betikbilime, betikbilimin sonu da cinayete varır...

ÖĞRETMEN: Yok. 'Kötüye' varır, demiştiniz!

HİZMETÇİ K.: O da aynı şey.

ÖĞRETMEN: Yanlış anlamışım. Ben 'Kötüye'nin birşehir olduğunu, betikbilimin de insanı Kötüye şehrine götürdüğünü sanmıştım...

HİZMETÇİ K.: Yalancı! Kurnaz tilki! Sizin gibi bir bilgin sözcüklerin anlamları konusunda yanılmaz... Bunu halletmeye çalışırız. Ama bir daha başlamayın... Yoksa kalp hastası olacaksınız...

ÖĞRETMEN: Tamam, Marie! Ne yapmamız gerek peki şimdi?

HİZMETÇİ K.: Gömeceğiz onu... Öteki otuz dokuzuyla birlikte... kırk tane tabut gerek... Cenaze levazımatçısı ile sevgilim papaz Ogüst'ü çağırırız... Çelenkler ısmarlarız...

ÖĞRETMEN : Çelenkler çok pahalı olmasın. Dersin parasını vermedi.

HİZMETÇİ K.: Merak etmeyin... Şunu önlüğüyle örtün bari, her yeri görünüyor. Götüreceğiz zaten birazdan...

ÖĞRETMEN: Peki, Marie, peki. Efekt: örtü açma ve örtme sesiYakalanma tehlikemiz var... kırk tane tabutla... Bir düşünsenize... İnsanlar şaşıracaklar. Ya içlerinde ne olduğunu soran çıkarsa?

HİZMETÇİ K.: O kadar kaygılanmayın. Boş olduklarını söyleriz. Zaten kimse de bir şey sormaz. Tabut görmeye herkes alıştı.

ÖĞRETMEN: Teşekkürler, Marie'ciğim; işte şimdi içim rahat etti... Siz iyi birisiniz, Marie... bana da çok bağlısınız...

HİZMETÇİ K.: Tamam. Haydi bakalım, beyefendi. Hazır mısınız? Efekt: sürükleme sesi...

ÖĞRETMEN: Evet, Marie'ciğim. Dikkat edin. Canını yakmayın.

Efekt: kapı zili sesi

HİZMETÇİ K.: Tamam, geliyorum. Bunun da çok acelesi var! Patlamayın!

 MÜZİK...

Günaydın, küçükhanım! Siz yeni öğrenci misiniz? Ders için mi geldiniz? Öğretmen sizi bekliyor. Geldiğinizi haber vereyim. Şimdi iner aşağıya! İçeri girsenize, küçükhanım!